ERZURUM ESNAFLARI

ERZURUM ESNAFLARI

Hikâye olunur ki; Cumhuriyetin ilk kuruluş yıllarında kongre caddesinde bir lokanta açılır. O güne kadar pek görülmemiş bu yemek dükkânı, cadde esnafının pek garibine gider. Çünkü onlar yemeklerini sefer taslarında ya evlerinden getirirlermiş, ya da dükkânlarında pişirirlermiş. Bu nevaleleri kendilerinin yanı sıra civar il ve ilçelerden gelen müşterilerine de ikram ederlermiş. Hatta sofralarına yoldan geçen garip, yolcu kimsesiz insanları da davet eder, onları da doyururlarmış. Dolayısı ile bu lokanta işi pek canlarını sıkmış olacak ki; kendi aralarında bir gurup oluştururlar, yeni komşuları lokantanın kapısından içeri girerler. Derler ki;

  • Kardeş evvela dükkânın hayırlı olsun. Lakin bu açtığın aş haneyi biz bir türlü sindiremiyoruz kendimize. Biz öldük mü ki; burada insan aç kalsın da böyle bir yere ihtiyaç duysun. Gel sana yardımcı olalım bu işi başka bir işle değiştir.

Zaman geçmiş kongre caddesinde bir değil birkaç lokanta açılmış. Değişen zamana ve gelişen şartlara bu gelenekte maalesef yenik düşmüş.

***

Bankalar pek revaçta değilken Erzurum esnaflı birbirinin bankası gibi imiş. Kimin başı sıkışsa komşusundan borç alırmış, dediği günde de borcunu ödermiş. Ödeyemez duruma düştüğünde alacaklıları biraz daha borç verir onu sıkıntıdan kurtarırlarmış. Devir dönmüş işler değişmiş, bundan yaklaşık yirmi beş sene önce civar illerde bir esnafın işleri bozulmuş. Bunu duyanlar mallarını kurtarmak için dükkânın kapısına dayanmışlar. Lakin içlerinden birisi, kasası tamamen gıda ürünleri dolu aracıyla gelmiş. Herkes boş arabasını doldurmaya çalışırken o, dolu arabasını boşaltmaya başlamış. Bu durumu merakla seyredenler dayanamamış sormuşlar:

  • Ağabeyi herkes alacağını kurtarmaya çalışırken, sen üstüne üstlük bir de yeni mal getirmişsin nedir bu işin hikmeti?
  • Ben bu esnafı iyi tanırım, borcuna sadık ve doğru biridir. Düşenin elinden tutmak lazım. Sizden ricam benim verdiğim mallarla dokunmayın.

Bunu gören esnafın bir kısmı batma endişesi ile daha vadesi gelmemiş alacaklarını tahsil etmede haksız davrandıklarını anlamışlar. Oldukça itibarlı olan bu esnafın bu tutumu karşısında;

  • Ağabeyi senin bu güvenin bize de teminattır. Batsa da helal ettik malımızı.

Deyip araçları ile geri dönmüşler. Gel zaman git zaman sıkıntıdaki bu esnaf durumunu düzeltmiş, bütün borçlarını ödemiş.

  • Lakin artık ben bu şehirde durmam demiş, terk-i diyar etmiş.  Kendisine itimat eden, zor zamanda yanında olan dostunu ziyaret etmiş.
  • Ver elini öpeyim. Allah senden razı olsun. Allah seni de darda koymasın. Ben bundan sonra senin emrindeyim ağabeyi.

Eskiden şehirde borç alacak mevsimlik alınır verilirmiş, köylü mahsulünü satar öyle ödermiş. Ne var ki teknoloji geliştikçe ihtiyaçlar çoğalmış, öyle ki; insanlar ürettiklerinden çok harcar olmuşlar. Şehrin belli başlı mahallerinde hakikaten ağa gibi ağalar varmış. Bunlar başı sıkışana hiçbir karşılık beklemeden borç verirlermiş. Anlatırlar ki; Bu ağalardan birinin dükkânında tahtadan üstü kapaklı ama kilitsiz bir küçük sandık bulunurmuş. İhtiyacı olan gelir oradan ihtiyacı kadar para alır, işini gördükten, eli feraha erdikten sonra aldığı parayı aynen yerine koyarmış.  Günlerden bir gün yine eli darda olan biri ağanın yanına gelir, sandığa başvurur. Lakin sandık bu sefer boştur. Hiç para kalmamıştır.  Şaşırır ve sorar:

  • Ağam paralara ne oldu, hiç kalmamış?
  • Oğul bu sefer götürenler getirmedi. Sandık boşaldı. Zaten benim içinde bir şeyim yoktu. Sizindi, siz tükettiniz.

 

Nizamettin KORUCU - 09.08.2016 - Erzurum

Paylaş