BİR AT ARABASI KİTAP

BİR AT ARABASI KİTAP

İş hanın ikinci katında, çoğu yerdeki sebze kasalarının üstünde dizili kitaplarımı seyrediyorum. Satılması lazım. İlkokul çağında çırağıma iki üç poşet doldurup, cami duvarında sergiye gönderiyorum. Lakin sonuç her gün hüsran oluyor. Bir iki kitap dışında satılan yok. Bununla da ne ekmek parası, ne dükkân kirası çıkar. Caddelere elimdeki seçkin kitapların listesini astırıyorum. Tek, tük gelenin dışında kimseler yok. Astırdığım reklamların benden çok devrettiğim sahaf dükkanının tanıtımına yaradığını öğreniyorum. Eski ve bilinen bir yer olduğu için müşteriler oraya gidiyormuş. Bunu bana diğer sahaf arkadaşımın kendisi söylüyordu. Dükkânımın en önemli müdavimi bir arkadaşımdı. O da gelip akşama kadar sohbet edip gidiyordu.

Elde avuçta kalan son birkaç kuruşu da bitirince iş iyice ciddiyete binmişti. Üstelik evde kiraydı. Çocuklar küçük, ihtiyaçlar fazlaydı. Bir şeyler yapmam lazımdı. Başka iş arayışlarım da sonuç vermiyordu. Günler hızla tükenip giderken, tükenmeyen tek şey azmim ve inancımdı. Bir çıkış yolu mutlaka olmalıydı ve ben bundan ümitliydim.

Eski arkadaşlarımdan biri iş yerindeki kullanmadığı rafları bana getirmiş, kendi eliyle dükkânıma uygun hale getirmek için elinde keser, testere iki üç gün uğraşmıştı. Kitaplarım artık raflarda idi. Bu da biraz olsun bana umut vermişti. Daha önce kendisine ücretsiz olarak raflarımı verdiğim başka bir arkadaşım ise sadece o kitaplıklarımdan birini ödünç olarak vermişti bana.  

Durum böyle iken daha çok reklam yapmam gerektiğini düşünüp; arkadaşlarımdan birinin çocuğunu da yanıma çırak almış, çırak sayısını ikiye çıkarmıştım. Artık her gün fotokopi ile çoğalttığım reklamları şehrin muhtelif yerlerine yapıştırmaları için çocukları gönderiyorum. Ne var ki yinede değişen pek bir şey olmuyor, Dükkana müşteri gelmiyordu. Günlerden bir gün ofis bozması dükkânımda yalnızdım ve canım sıkılıyordu. Hava oldukça kapalıydı. Yeryüzü gündüz vakti akşamın ilk karanlığı gibiydi. Reklama giden çocukların peşinden ben de dükkânı kapatıp dışarı çıktım. Günlerden Pazar, mevsim bahardı. Havanın ve tatil günü olmasının etkisi ile caddeler ıssız ve sessizdi.  Epeyce caddeyi enine boyuna turladıktan sonra bizim kafadar iki çırağı ellerinde dondurma külahlarını iştahla yalarlarken gördüm. Onlarda beni görünce yanıma geldiler.

  • Ne yaptınız bitti mi ilanlar, yapıştırdınız mı hepsini?
  • He usta hepsini yapıştırdık. Biz de dükkâna geliyorduk, dedi içlerinden birisi.
  • İyi güzel, hadi bana yapıştırdığını yerleri gösterin bir bakayım, nasıl olmuş, nerelere asmışsınız reklamları.

İkisinin de gıkı çıkmamıştı. Biraz sıkıştırınca:

  • Usta biz ilanların fotokopisini çektirmedik. O parayla kendimize dondurma aldık, giyiyoruz. Dediler.

Daha önce tek başına ilan yapıştıran eleman yanına arkadaş gelince böyle olmuştu. Son dönemlerde reklamlardan sonuç alamadığımın sebebi de ortaya çıkmış oluyordu.  Meğer bunu ikisi beraber olunca çoğu zaman yapıyorlarmış. Her ikisini de çıraklıktan azlettim. Artık iş başa düşmüştü.

Ertesi gün sabahın erken saatlerinde ilk işim bir at arabası tutmak oldu. Bütün kitapları at arabasına doldurdum. Doğruca caddenin yolunu tuttuk. Uygun bir yerde arabacı ile kitapları boşalttık. Yerlere karton ve gazete serdim. Bütün kitapları özenle dizdim. Boyu sekiz on metreyi bulan sergimin başında bana yardım eden tek bir kişi bile yoktu. Yoldan geçen tanıdıklarla kısa bir iki muhabbet ediyor, sonra işime bakıyordum. Vakit öğlene doğru ilerlerken yoldan geçenler çoğalmış, kitaplar milletin ilgisini çekmişti. Sergiye yaklaşan, bakan her insana kitap sattım dersem inanın. Parası olana, az olana, pazarlık edene, etmeyene, ama herkesi bir ya da birkaç kitapla dolu gönderdim. Değerinin çok altında fiyat vereni önce boş çevirip, sonra peşinden seslenip istediği fiyata veriyordum. Akşama doğru neredeyse bütün kitaplarımı satmıştım. Elde bir iki poşet kitabım kalmıştı. Bu sergide ilginç olan bir notu aktarmak istiyorum. Bir hanımefendi yerde her ne kadar temiz tutmaya çalışsam da tozlanan kitapları gördüğünde:

  • Vah evladım bunlar böyle yerde olur mu? Yok mu senin tezgahın?
  • Yok Hanımefendi.
  • Peki inşallah işlerin iyi olur, dur biraz da ben bakayım.

Bu hanım efendiye bir kucak dolusu kitap satmıştım. Kitapları çok seven bu güzel insan, onların yerde olmasına gönlü razı olmamıştı.

Paylaş