MEKTUP, Gurbetteki Hemşerime

Selam ile

Sen gideli buralar çok değişti. Artık her gün bir yerde inşaat açılıyor. Her yere beton dökülüyor. Yerlerdeki betonlar sanki yüreklere de dökülüyor. Koca bir kent olduk. Yüksek, yüksek apartmanlar dikiliyor. İçi beton dolu parklar yapılıyor. Yağmur yağdığında artık toprak kokmuyor yerler. Anlayacağın yazın tozundan kurtuluyoruz şehrin.

Geçtiğimiz pazar günü yine Lalapaşa önünden Caferiye Camisine doğru yürüdüm.  Caminin önü açılmış, kaleyi, saat kulesini görmek artık daha kolaylaşmış.  Tek tük ağaç, birkaç insan, bolca park etmiş otomobil var, sizin eski mahallede. Yeni yeni tarihi evler yapılıyor kale kenarında Bu evlerin tırhıcı yok. Kapısında tavukları da yok. Bu evlerin yolları da betondan dostum. Geldiğinde pantolonun paçaları kirlenmeyecek artık.

Hele sen bir gel memleketine bozulmamış dağlarına gideriz. Hani bir gün dağın zirvesinde dinlenme barakası vardı. Hatırladın mı? Orada içindeki alev alev ateşten yanları kıpkırmızı kesilmiş büyükçe bir sobanın üstünde irimi iri her tarafı simsiyah is tutmuş alüminyum demlikten çay içmiştik seninle. Bize çay ikram eden görevli de yok artık, görünmüyor. Yoksa oda mı göç etti bizim elden. İçimizi ısıtan sobamıydı, yoksa orada ki üç beş tanıdığın şen yüzümüydü dostum.

Şimdi gülümsüyoruz yine gelen herkese. Garipsiyorlar bu halimi: “ Sen nerelisin abi “ diyorlar. “ Ben Erzurumluyum “ diyorum. Şaşırıyorlar. Oysa bilmiyorlar biz hep böyle güler yüzlü idik değil mi?

Siz gittiniz boşaldı şehir dostum. Neyse takma kafana. Gözden ırak olan gönülden ırak olmuyor artık nasıl olsa. Gönül arzu etti mi dağları deler gelirmiş. Öyle değimli?

Şehrimizde Ferhat’ın deldiği dağı bana sen anlatmamış mıydın? Ben burada seni görestim. Sen orada memleketi görestiğini yazmışsın. Canın sağ olsun.

Geçen gurbetten gelen bir dadaş bana şöyle dedi. “ Boş verin yıkılsın eskiler, bizim hayalimizde yaşıyor ya “ Bende ona diyemedim dostum, kendi kendime dedim. “ Ya biz öldüğümüzde hayallerimiz de ölmeyecek mi? Peki şehrimizi çocuklarımız nasıl anacak, nasıl tanıyacak. “ Burası babamın eviydi nasıl diyecek? Burada babam aşık oynamış, gındillik çevirmiş, hızzek kaymış nasıl diyecek? Böyle mi oluyormuş. Bilemedim ben dostum.

Geçenlerde bizim Elo gelmişti şehrimize. Altında geniş tekerlekli lüks bir otomobil vardı. Hani iyi de kurulmuştu şoför koltuğuna. Arabadan inmedi. Dükkânın önünde konuştuk. “ Hadi sende gel artık “ diyordu bana. “ Ne var buralarda, Sende kurtar kendini” diyordu. Dostum biliyorsun biz balık gibiyiz Erzurum’da çıkarsak yaşayamayız.

Hasretini gidermek için soğuk kış akşamlarında bacası tüten evlerin yanından geçiyorum. Kurum kokusu genzimi değil yüreğimi yakıyor. Sıcak olan tek göz odamızı anıyor, ferahlıyorum.

Geçen bir İstanbul güvercini gördüm elektrik direğinin tepesinde. Öylesine yapa yalnızdı ki; içim burkuldu. Dönüp dönüp ona baktım. Millette dönüp dönüp “ Bu adam nereye bakıyor diye “ bana baktı. Aldırmadım.

Biliyor musun sokak kedileri artık “ pişş iışş “ diyince oralı olmuyorlar. Herhal inanmıyorlar artık bize. Yada bunlarda kentli olmuşlar da bizim haberimiz yok. Dostum sen aldırma bana, gel, yine gel şehrine. Bak Palandöken dağları dimdik ayakta. İlice yine var. Hasankala hala yaşıyor. Tortumdan tut, Oltu’dan hala ceviz geliyor. Büyük analarımız hala eşki pestil eziyorlar. Yeni moda eski evler yapılmış. İçinde pestil çullaması, lor dolması bile yapıyorlar. Fiyatına bakma sen. Bir günün beyliği de beyliktir, Yeriz merak etme sen.

Eskiden bizim kapıda yaktığımız semaver şehirde her kahvehanenin önünde var artık. Anlayacağın semaver çayımızda her an hazır. Sen gel dostum gel, unuttuğumuz her şeyi anlat. Ama biz dadaşız, gözlerimizin yaşı yüreğimize damlar. Öyle olsun tamam mı?

Baki Selamlar.

Nizamettin KORUCU

Erzurum – 24.10.2016

Paylaş